Ankara'nın Öykü Dikenleri

Batmasını İsteyeceksiniz! (Yazma Semineri Siber Alemde!)

Salı, Eylül 26, 2006

Fotoğraf İnsana Ne Yapar?

"İmgenin sıradanlığı,
imgelemce yoğun
iki durum arasındaki akışı vermek yerine,
bir anı dondurmasındandır.?
John Berger ? Görme Biçimleri



FOTOĞRAF İNSANA NE YAPAR?

Kadın?

Bir yazıya ?kadın? sözcüğü ile başlamanın nedeni ve tabii bunu yapmanın en güzel yanı, söyleyeceklerinizi dikkatle dinlemesini arzuladığınız okuyucuyu ilk anda yakalayabilmesidir. İyi ama, sonrası??

İyi bir okuyucu gibi, iyi bir fotoğraf izleyicisi de bu tür oyunlara gelmez. İyi bir fotoğraf izleyicisi, fotoğrafa en az fotoğrafçı kadar zaman ve emek harcayan biridir, ki zamanı değerlidir, emek ve zaman vereceği fotoğrafı seçerken, kendini kolayca yakalayan fotoğraflara bu nedenle temkinli yaklaşır. Çünkü onun fotoğrafla olan iletişimi, fotoğrafa baktığı anda başlayıp bitmez, fotoğrafla karşılaşma anı bir başlangıçtır, kimi zaman bir ömür boyu sürebilecek olan bir etkileşimin başlangıcı. Hem zaten bir insanın hayatında kaç fotoğraf ilk bakışta yakaladığı heyecanı sürdürebilir ki?..

İyi bir izleyici olduğumu iddia edemem, ancak iyi bir izleyicinin de zaten böyle bir iddiası olduğunu düşünmüyorum. Bu yazının konusu ise, ne iyi bir izleyiciyi ne de fotoğrafı sorgulamak, fotoğrafın bir izleyiciye neler yapabileceğine dair biraz sohbet etmek belki.

Fotoğraf çeken bir cep telefonuna sahip olmakla herkesin fotoğraf çekebileceği varsayımından hareketle, fotoğraf çekmenin ve fotoğrafçı olmanın artık çok kolay olduğunu düşünenlerden değilim. Aksine, dünyadaki tüketim çılgınlığının her alanda yarattığı kirliliğin, büyük çoğunluğuna fotoğraf diyemeyeceğimiz milyonlarca kareden oluşan bir görsel çöplük için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Bu çöplükten sıyrılabilecek kareleri yaratacak yaşamların varolduğu gerçeği, bu kareleri farkedebilecek kaliteli izleyicilerin varolması gerektiği gerçeğini de beraberinde getiriyor.

Kadın ve bedeninin, insani ve toplumsal tüm kimliklerinden soyutlanıp, bir nesneye dönüştürüldüğü, böylece kolayca ve en kısa yoldan popülizmin göz kamaştıran koridorlarına fotoğrafçıyı buyur ettiği kareler ve bu karelerin izleyicileri her zaman varolacak, olabilir, bence olmalıdır da. Bu durumu eleştirmek ve reddetmek kimseye bir fayda sağlamaz. Ama şunu diyebiliriz; bazı fotoğrafçılar ve izleyiciler de vardır ki, popülizmin çabucak geldiği gibi çabucak gidiveren bu hazzı ile yetinemezler. Onlar hep daha fazlasını arayacaktır. Üstelik onlar bilirler ki, hiçbir arayış kolay değildir, acı ve sancıları kaçınılmaz olan bir yoldur bu. Aradıklarını sandıkları şey hep bir sonraki duraktadır, her durakta bunu farkederler, yine de aramaktan vazgeçmezler.

Fotoğrafı bir kadın bedenine indirgemek istemiyorum. Fotoğrafa konu olan nesne ve kavramlar ne olursa olsun, söylediklerim fotoğrafa dair genel bakışımı yansıtmaktadır. Ama bence iyi bir girişti ve madem başladık sürdürmenin sakıncasını da görmüyorum, sizi popülizmin tuzağına düşürdüğümü düşünüyorsanız, siz bilirsiniz, devam edip etmemek size kalmış.

Bir kadın bedeni, her ayrıntısında bir hikayeyi barındırabilir; yıllar öncesinden kalan bir dokunuşun ürpertisi, bakmakla görülmeyen ama yıllarca süren bir ilişkinin acı ve tatlı anıları, damlayan bir gözyaşının hiç kaybolmayan nemi, kimi zaman bir isyan, kimi zaman koyu bir nefret? ve her zaman varolan bir aşk? Ya da töre cinayetleri, tabular, ahlak kurallarının ardına gizlenen ikiyüzlülüklere dair birkaç cümle bile bulabilirsiniz bir bedenin kıvrımlarında.

Fotoğraf tüm bunları içine alabilen bir mucizedir; fotoğafçının ışıkla ustaca oynadığı bir oyunun yaşam sahnesinden koparıp aldığı mucizevi bir soyutlama?

Benim için fotoğrafçı, hazzı sıradışılığın dikenli ve bataklık dolu yollarında arar, sunduğu yaratımların beğenilmesi ile yetinemez. Anlatma ve anlaşılma beklentisi yoktur. Fotoğrafçının duyarlılığı, yaşamın onun ruhunda ve yüreğinde açtığı yaraların, biriktirdiği duygu ve düşüncelerin taşıyamayacağı kadar çok olmasına neden olur. Fotoğraf bu açıdan bakıldığında paylaşımın çok ötesine geçer, bir çeşit itiraf, iç dökme, çoğu zaman bir kusma biçimidir. Fotoğrafçı imgeleri dondurmakla kalmaz, bir karenin içine tüm çıplaklığı ile kendini koyar.

Fotoğrafçı kimliğini seçen kişi, buna paralel olarak ikinci bir tercihe daha zorlanır: ya popülizmin kısa vadeli dönüşleri ile yetinerek sıradanlığa yakın durmak zorunda kalacak, ya da hiçbir şey beklemeden fotoğrafı yaşam biçimi yaparak yaşamını ve kendini fotoğrafa koyma cesaretini gösterecek. Bu fotoğrafla soluk alıp vermek demektir, ki insan çoğu zaman soluksuz kalabilme ihtimalini de gözardı etmemelidir.

Bu noktada artık yönümüzü fotoğraf izleyicilerine çevirelim. İnsanı, çevresi ile etkileşimi zenginleştirir ya da yoksullaştırır diye düşünüyorum. Fotoğrafla olan iletişimimiz de benzer bir süreç izleyecektir. İzleyici de, fotoğrafçı gibi, imgelerden oluşan bir kareye baktığında, doğal bir tercihe zorlanır; bakar, beğenir ya da beğenmez, tam da o noktada süreç tamamlanır, yoluna devam eder. Ya da bakar, bu bakış bir başlangıçtır, fotoğrafın söylediklerine kulak verir, en azından dinlemek için muhakkak bir çaba gösterir. İşte o anda, fotoğrafın söylemi izleyicinin soru ve cevapları ile örtüşüyorsa, noktası olmayan bir iletişimin içine girilmiştir. İzleyici, fotoğrafçının tüm söylediklerini duyar, bazen daha fazlasını? Fotoğrafçının söylediği ile izleyicinin anladığı farklı olabilir, bu önemli değildir. Önemli olan, her ikisinin de bir karenin içinde farklı şekilde bile olsa, kendilerini bulmuş olmalarıdır. Fotoğraf izleyiciye cevap verir, yeni sorular sordurur, değiştirir, dönüştürür, sarsar ya da dinginleştirir. Fotoğraf bazen bir tokattır, bazen yanağınıza dokunan belli belirsiz bir okşayış... Bazen bir masaldır, bazen bir çığlık? İzleyicinin tüm bunları fotoğrafta bulabilmesi için, fotoğrafla yüzleşebilmesi gerekir. Fotoğrafla yüzleşmek yaşamla yüzleşmekten farksızdır, çünkü izleyici yaşamda neyi görmek istiyorsa, fotoğrafta da onu görür, çünkü gerçeğin ne kadarına katlanabiliyorsak o kadarını yaşarız. Çünkü fotoğraf diriltebilir, öldürebilir, utandırabilir?

Bir fotoğraftaki bir kadın bedenine baktığımda, eğer kendimi o fotoğrafta bulabiliyorsam, fotoğrafçı fotoğrafı ile bir bedeni giydirmiş derim. Bu durumda, fotoğrafta gördüğüm imge, bir bedenden ibaret değildir, o bedenin hikayesini anlatır. Işığın düştüğü her nokta, hikayenin bir cümlesi gibi izleyiciye seslenir. Şaşırtıcı olan, bir bedenin bir hikayeyle giyinebilmesi değildir. Şaşırtıcı olan, izleyicinin geçmiş anılarının, düşünce ve duygularının, bazen kendine bile itiraf edemediği acı ve düş kırıklıklarının bir fotoğrafta karşısına çıkabilmesidir. İzleyici kitap okurken yaptığı gibi bazı cümlelerin altını çizer. O fotoğraf, altını çizdiği cümlelerle hafızasındaki yaşam karelerinin arasında yerini alır.

Ruhumuzdan ve yüreğimizden bağımsız geçen herhangi bir an, yaşanmamış bir ansa, bir fotoğrafa baktığımızda yaşamla karşılaşma sorumluluğunu, o fotoğrafla birlikte paylaşırız.

Fotoğraf insana ne yapar? İnsan istemediği sürece, fotoğraf insana hiçbir şey yapmaz, sıradan bir imge olmanın ötesine geçemez! Öyleyse isteyin, pişman olmayacaksınız!...
Not: Bu yazı Petek Arıcı Zarif?in(www.petekarici.com) artistik nü ve portre çalışmalarından esinlenerek kaleme alınmıştır. Kendisine teşekkürü borç bilirim.
------------
LACİVERT - TEMMUZ-AĞUSTOS 2006 SAYISI